Bir adamın ayağına diken batınca ayağını dizi üstüne kor. İğne ucu ile diken başını arar durur, bulamazsa orasını dudağı ile ıslatır. Ayağa batan dikeni bulmak, bu derece zor olursa, yüreğe batan diken nicedir? Cevabını sen ver! Her çer çöp ayarında olan, gönül dikenini göreydi gamlar, kederler; herkese el uzatabilir miydi? Bir kişi, eşeğin kuyruğu altına diken kor. Eşek onu çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar.
Zıplar zıpladıkça da diken daha kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam lazım. Eşek, dikeni çıkarabilmek için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha yaralar. O diken çıkaran hekim, üstad idi. Halayığın her tarafına elini koyup muayene ediyordu. Halayıktan hikaye yoluyla dostların ahvalini sormaktaydı. Kız bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından, efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından bahsetmekteydi.
Hekim, kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına ve nabzının atmasına dikkat etmekteydi. Nabzı, kimin adı anılınca atarsa cihanda gönlünün isteği odur diyordu. Memleketindeki dostlarını saydı, döktü. Ondan sonra diğer bir memleketi andı. “Memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun? “dedi. Kız bir şehrin adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi, nabzının atması başkalaşmadı.
Efendileri ve şehirleri birer birer saydı; o yerleri, yurtları, oralarda geçirdiği zamanları, tuz ekmek yediği kişileri tekrar tekrar. Şehir şehir, ev ev saydı döktü, kızın ne damarı oynadı ne çehresi sarardı. Hekim şeker gibi Semerkant şehrini soruncaya kadar kızın nabzı tabii haldeydi fazla atmıyordu. Semerkant’ı sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o Semerkantlı bir kuyumcudan ayrılmıştı. O hekim, hastadan bu sırrı elde edip o dert ve belanın aslına erişince:
Devamı sonra…
MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ