Karar

karar

Karar, bir düşünce bir adım atabilme bir is konusunda gerçekleştirilen kesin yargı.
Peki biz bu karar verme konusunda ne kadar başarılıyız ? Yolumuza kendl verdiğimiz kararla mı yoksa başkasının verdiği kararla mı yola devam ederiz.
Bir insan kendi kararın kendi verebiliyorsa o verdiği kararın sonucunu da iyi ya da kötüyü göze alabiliyor demektir. Bu insanın kendini geliştirmesiyle ve kendine güveniyle alakalı bir durumdur ya da ileri görüşlülüğü veya adım atabilme cesaretiyle de alakalı olabilir. Bu tür insanlar hayatları boyunca keşke şunu dinlemeseydim ya da şunun ağzına bakipta şu kararı vermeseydim gibi cümleleri kurma şansları yoktur. Çünkü bu kişilerin kafasında kendi doğruları kendi bildikleri ve sonucunda ne olursa olsun üstesinden gelebilecek cesaretleri vardır. Genellikle hayat bu tür insanların yanındadır. Çünkü bu tip insanlar kolayca risk alır ve sonucunda da oflayarak puflayarak değil de o sonuç geldiğinde olumluysa yola devam etmeyi olumsuzsa bu durumdan nasıl ders alınması gerektiğini iyi bilendir. Karar verebilmek insan hayatı için bu kadar onemliyken bir de kendini tamamen başkasının kararına bırakan insanlar da vardır. Bu tip insanlar genelde hayat karşısında cesaretsiz ve kendine güveni olmayan tiplerdir. Bu tip insanlar için hayat bir başkasının iki dudağı arasındadır o kişi ne derse onun için hayat odur. Genelde böyle insanlar kendi kararlarını kendileri veremezler her zaman başkasına sorma gereği duyarlar sanki o kişinin bilgisi ya da doğruları yokmuş gibicesine . Tabiki o kişinin bilgisi de doğrusu da illaki vardır ama kullanamaz ki bir köle misali hayatının iplerini bir başkasına vermiştir. Ve o insan karşısındaki kişinin kararlarına körü körüne öyle bir baglanamistir ki  onun gözünde o kişinin  yanılma payı yoktur o nederse odur . Böyle insanlar bağlandığı insansın verdiği özgürlük kadar özgürdür. Hoş o özgürlüğü de yaşamayı bilemezler zaten. Daha doğrusu kendi başlarına ne yapacaklarını bilemezler.
Velhasıl kelam sen bir insansın aklın da var fikrinde özgürlüğün de ya kendi kararını kendin verip yoluna devam eder iyisiyle kötüsüyle hayatı yaşayıp öğrenirsin ya da o kişinin ağzından çıkan her kelimeyi gözü kapalı doğru kabul edip yaşamaya bu şekilde devam edersin

Mış Gibi

Mış Gibi

Görünüldüğü  gibi olmama durumu
Peki bizler göründüğümüz gibi miyiz yani mutluymuş gibi, başarıliymis gibi, zenginmis gibi… Biz insanlar neden böyle yaşamayı tercih ederiz ki yani maske takarak yaşamayı. Neden başkalarının gözünde üstün gözükmek isteriz egomuzu tatmin etmek için mi ? Ya da karşımızdaki kişiye kendini kötü hissettirmek için mi ? Ya da içimizde ki eksik kalmış yanı doldurmak için mi? Nedir bizdeki mış gibi yaşama isteği. Sanırım insanoğlu kendinde eksik gördüğü şeyleri mış gibi yaşayarak yokmuş gibi göstermeye çalışıyor. Halbuki bu ikincisi daha zordur Kendi kendini yorar insan. Bu dünya yolculuğunda insanın hep düz çizgide gitmesi beklenilmez ki . illaki zikzaklar vardır. Senin mış gibi yaşaman bu zikzaklarin olmayacağı anlamına gelmez. Sen kendini yorarsin farklı gözükmeye çalışayım derken. Hayat her zaman yolunda gitmez illaki düşeceksin illaki moralin bozulacak. İnsansın sonuçta yaşadığın farklı duygulara anormal gözüyle bakamazsin gülmek nasıl bir insan için normal bir duyguysa aglamakta aynı şekilde normal bir duygu. İnsan sürekli gülen bir varlık değildir sonuçta sürekli gülmesi de normal değildir zaten. İnsansın çünkü illaki canının yandığı kırıldığın zamanlar vardır. Nedir bu mış gibi yaşama hali? İnsanoğlu içine dönmeli bence mutlu, öfkeli,sinirli halleriyle de barışmalı. İçimizin ağlarken dışımızın gülmesi ne kadar mantıksız bir durumsa mış gibi yaşayıpta kendimize eziyet etmek bir o kadar mantıksız bir durum. 


Kısacası bu dünyada planlı bir şekilde düz çizgide giden sadece robotlardır tabi bozulmadıkları sürece. Sen ise içinde çeşitli duyguları barındıran insanoglusun.


Sessizliğin Çatısı

sessizliğin çatısı

Sesin olmama durumu yalnızlık gibi kavramlarla anlatılabilir.
Ayrıca sessizlik belirli bir alan ya da bölgedeki hiç bir kişinin konuşmaması anlamına gelmektedir.
Peki bizler için sessizlik nedir? Yani severmiyiz sessizliği? Yoksa yanımızda bir ses mi ararız. Sessizlik insanın kendisiyle bir olmasıdır. Kendini dinlemesidir. Bir nevi insanın huzuru aramasıdır sessizlik. Dışarıdaki hayattan kurtulup sessizliğe sığınma isteğidir. Sessiz kalma durumu ise sessizliği aramakla aynı şey değildir. Birinde huzura kaçarsın diğerinde ise sıkıntının içinde bulursun kendini. Peki insan neden sessiz kalmayı tercih eder? Korktuğu için mi? Ya da kendine guvenemedigi için mi? Belkide aman ses çıkmasın sorun olmasın dediği için de olabilir mi? Nedir bu sessizliğin altında yatan sebep. İnsanın kendine güven yoksunluğu sessizliğin çatısı altına girmesine sebep olabiliyor. Çünkü bir yanı hep ezik kalmıştır onun kişi onu diriltememiştir. içinde sessizliğin biriktirdiği bir dağ vardır. Ve o dağın altında ezilmiştir insan. Kendini kaybetmiştir bir nevi. Hâlbuki insan kendini bulmaya görsün aşamayacağı ne dağ vardır ne de yol bir kez ayağa kalkabilsin yeter ki. Evet o içindeki dağı devirebilse yani içerde çürümüş, küflenmiş ağırlık yapan o şeyleri kusarak başlar ayağa kalkabilmek aslında.  öfkesini, sevincini, aşkını,kinini,altında ezildiği ne varsa her şeyini yani o altında kaldığı dağı yıkmakla başlar her sey. Sen bunları gün yüzüne çıkartamadığın sürece ne kendine olan güvenin gelecektir ne de kendine saygınlığın insan önce kendini bilmeli. Kendi yolunu bulabilmeli. İnsan ilk önce kendine saygı gösterebilmeli. Kendi çabasıyla kendi azmiyle bir simurk misali kendine yolculuk yapmalı.
Velhasıl kelam sessizliği aramak başka , bir duruma sessiz kalmak başkadır birinde huzuru bulmak için sessizliği ararsın diğerinde ise kendini sıkıntının içinde bulursun. Ve sen kendini bu sıkıntıdan kurtarmak  istiyorsan bir simurk misali kendi içine yolculuk yaparak kendini bulmalı. Yani kendini yakarak kendi küllerinden yeniden doğmalısın. Bir nevi kendine yolculuk yapmalısın.

Elestiri

Elestiri bir yapıtın veya bir insanin olumlu ve olumsuz olan durumu belirtebilme

Eleştiri bir nevi eksikleri görerek o işi yapan kişiye  uyarıda bulunmaktır. Peki elestirinin ölçüsü var mıdır? Eksik gördüğümüz bir şeyi nasıl dile getirebiliriz. Eleştiriyi saygı çerçevesinde ve yapıcı bir dille dile getirdiğimiz zaman karşımızdaki kişiye yardımcı olabiliriz. Eksiğini görmesini sağlayabiliriz. Bunun aksi olduğu bir durumda ise eleştiri boyutunu aşarak ortada ne eser kalır ne de kişi kalır. Çünkü burda elestiri yapıcı olarak değil yıkıcı olarak kendini gösterir. Eleştiri herkes tarafından kabul edilebilen bir şey midir ? Peki insanlar eleştiri yapılmasından hoşlanır mı? Eleştiri,içinde öğrenme isteği olan insanların kendini geliştirmek isteyen insanların kabul edebileceği bir şeydir. Eleştiriyi herkes kabul etmez ki mesela ben bilirim diyen insanlar hiç bir zaman eleştiri kabul etmezler. Çünkü bu tür insanların sabit fikirleri vardır ve ondan başkası da kesinlikle doğru değildir onların gözünde ve ortaya koyabilecekleri bir şeyleri yoktur aslında. Eleştiri almakta aslında bir nevi başarıdır. Önemli olan kişinin elestiriyi değerlendirebilmesidir. Yani kişi bir işi yapsada eksikleri farkedemez belki göremez ama dışardan bakan bir göz bunu çok net görebilir. Bu yüzden bir şeyler yapan yapmaya çalışan kişinin eleştirileri dikkate alması lazımdır. Bu şekilde yapan kişi yaptığı işi eksiksiz bir halde ortaya koyabilir.

Velhasıl kelam elestiri dozunda olduğu sürece ve elestiriyi ders olarak gören kişi için yapıcı ve tamamlayıcıdır. Dozunun aşıldığı zaman ise tahrip edici olabildiği gibi ortaya çıkarttığımız eserimizi ya da bir işimizi de yıkıcı hale getirebilir. Bu yüzden her şey nasıl dozunda olunca faydalıysa elestiri de dozunda olunca faydalı olur.

Anlayış

Anlama işi düşünce anlayabilme gibi kavramlar içerir.
Peki insan hayatında anlayışın nasıl bir önemi var. Anlayış, anlamak gibi kavramlar insan hayatında olmazsa ne olur. İnsan hayatında bir insanı anlamaya başlamak o insana verilecek en büyük hediyedir çünkü insan genelde kendini tanıtırken asıl söylenmesi gerekeni değilde gereksiz bir kaç şeyler fısıldar. İnsanı tanımak onu anlamak için o kişinin söylediğine değilde söyleyemediğin bakılmalı. Çünkü insan her zaman söyleyemediklerinde gizlidir. Yani o kişiyi anlamak anlama zahmetine girmek burda ön plana çıkıyor. Yani kişinin söylemek isteyipte söyleyemediklerinde anlama yeteneği insana verilmiş en büyük hediyedir sen bu yeteneği kullandığın ölçüde değerlisindir. Çünkü insan acizdir, yorgundur, bıkkındır yeri gelir iki cümle kurmak dahi külfet gelir insanoğluna. İnsanın zindanı bile onu anlamayan insanların arasında geçer bir bakıma. Yani o kişi için daha kötü bir durum yoktur. Anlayış, düşünmek, anlamayı istemek bir insan için bu kadar değerliyken anlayışı olmayan anlamak istemeyen bir insana da konuşmak o kadar gereksizdir. Anlayışı olmayan bir insandan anlayış beklemek boş bir kutunun dolu çıkmasını beklemek gibi bişey.
Velhasıl kelam her insan bir dünyayı barındırır içinde her insan özeldir. Bu yüzden insan hayatını anlamak gerekir, anlayış gerekir bunların olması içinde emek, çaba gerekir. Eğer hayat sana seni anlayan insanı göndermişse hayatındaki en büyük eksiklik tamamlanmış demektir. Kısacası hayatında konuşma zahmetinde dahi bulunmadan kafandaki soru işaretlerine cevabını verecek bir hediyen vardır hayatında..

Hislerin Ölümü

Hiç bir şey hissedememe durumu.

Ne demektir hislerimizin ölmesi nasıl bir şeydir ? Yani kalbimizin donması, acıyı da güzelliği de hissedememe bakış açımızdan bir bayağılık yani sadece bakıp geçersin olana kalbin eskisi gibi değildir aslında. Kuşlar gibi kanat çırpmaz mesela hayattan tat almaz kalp sadece görevini yapar bu durumda yani biyolojik görevlerini hislerin ölümü de burda başlar. Hisleri ölen insan da robotlaşmış bir yaşama geçmiştir aslında. Yani sadece yaşar o kişiler ne hayattan tat alabilirler ne de güzel olanı görebilirler.İnsan için yani insan kalabilmek için kalbimizi diriltmebilmeliyiz yani sevmeliyiz bir şeyleri. Sevebilmek için çabalamalıyız .Yani görmemizi bakış açımızı iyileştirebilirsek her şeyin içinde bir güzelliğin olduğunu mutlaka görebiliriz. Hislerimizi diriltebilcek tek şey bakış açımızı iyileştirmekten geçer. Buda düşüncelerimizi etkileyerek hislerimizi dirilmesini sağlar. Yani düşüncelerimiz ve bakış açımız arasında öyle güzel bir bağlantı kurmalıyız ki bu güzel bağlantı kalbimizi diriltebilsin hislerimizi canlandırsın. Bir çocuğu sevebilmek yahut bir canlıyı sevebilmek ,güzelliğe yaklaşabilmek, yardım edebilmek, ihtiyacı olanın elinden tutabilmek bizim hislerimizi canlandırıcak şeylerdir.

Kısacası insanın hislerini öldüren insanın kendisidir .Diriltebilcek olan da yine kendisidir. İnsanın hayata nasıl bakacağı,nasıl yaşayacağı kendi elindedir her zaman. Ya hayata siyah perdeler arkasından bakarsın ya da o baktığın yeri gökkuşağına çevirirsin. Kısacası hayatın rengini belirleyen yine sensin. Hislerini diriltecek olan da sensin. Karar senin.